Dünya … Vedalaşma vaktiydi ve büyük bir salonda toplanmışlardı. Görevli kişi, yolculuk boyunca uyulması gereken kuralları son kez hatırlatıyordu. Başını yana çevirip, cam bölmeyle ayrılmış izleyicilerin olduğu bölüme baktı. İnsanlar…insanlar ve yine insanlar vardı. Her biri farklı yaşlardan ve farklı boylardan…
Onları ayıran camın iki yanındaki herkesin yüzü hüzünlüydü. Bir yanda gidenler, diğer yanda ise geride kalanlar.
Turuncu kabin içi kıyafetleriyle muntazam bir sıra halinde ayakta bekleyenler; mürettebat, büyükler ve çocuklar dahil, tam olarak 41 kişiydi.
Görevli konuşmasını bitirdiğinde önce gidenler cama doğru ilerledi. Bazıları hiç cama gitmedi, gitmeye gerek de duymadılar. Vedalaşacak kimseleri yoktu Dünyada, kimsesizdiler, yalnızdılar. Kim bilir… yeni evlerinde yeni bir hayat, yeni dostluklar onları bekliyor olacaktı.
Diğer taraftaki insanlar da cama doğru yaklaşmıştı. Tavana kadar uzanan cam, bir anlığına da olsa yaslanan ellerle buğulandı ve kısa bir süre iki tarafın gözyaşlarını sakladı. Gözlerinin nemlenmesine bahane olacak kadar çok fazla flaş, birbiri ardına patlıyordu basın mensuplarının ellerindeki fotoğraf makinelerinden.
Cam engelinden dolayı iki taraf ta birbirinin sesini duyamıyordu, zaten sese de gerek yoktu. Gidenler kalanların; kalanlar da gidenlerin gözlerinden ne demek istediklerini anlayabiliyordu.
Uyarı lambası yanıp sönmeye başladığında eller son kez camın iki yanına, birbirilerini hissetmek istercesine yaslandı. Cam ne kadar kalın olursa olsun iki tarafta insandılar, kalplerin ve gözlerin taşıdığı sevginin hissedilebilmesini engelleyecek bir cam henüz üretilmemişti.
İkinci uyarı ışığı yanıp söndü. Gidenler geriye baka baka camdan uzaklaşırken, kalanlar birkaç saniye daha olsun onları görebilmek için adeta cama yapışmıştı.
Bir futbol sahası büyüklüğünde çelik hangar binasıydı burası. Mars’a gideceklerin uçuş sahasına girmeden önce son defa sevdikleri ile görüşmesi için özel olarak düzenlenmişti. Gidenler uçuş giysilerini giymiş, ikincil yaşam destek üniteleri ile birlikte sterilizasyon işlemlerini tamamlamışlardı.
Bu alandan sonra Dünyaya ait herhangi bir canlı yaşam varlığı ile bir temas kesinlikle yasaktı.
Büyüklerin uçuş kaskları kapalı ama kaskın ön kısmındaki güneşlikler ise açıktı ve bu sayede sevdikleri ile birbirlerini rahatça görebiliyorlardı. Ancak her nedense garip bir şekilde çocukların kasklarının önündeki koruyucu siperlik cam açıktı ve kaskları takılı değildi. Yetkililer bu konuda hiçbir açıklama yapmamışlardı. Çocuklar da bunun; uçuş giysilerinin büyüklerin elbiselerine göre basınç dengeleme zamanlamasının farklı olabileceğinden dolayı olabileceğini düşünmüştü.
Dünyayı saran pandemi nedeniyle çok uzun süre maske takmak zorunda kaldıktan sonra, steril alanda en azından biraz daha temiz Dünya havasını almak hiç yoktan iyi sayılırdı.
Uzay ajansının arması bulunan devasa hangar kapısı ağır-ağır açıldı. Hep birlikte çıkış kapısından geçtiler. Kalanların bulunduğu bölme de yavaş yavaş tahliye edilmeye başlanmış, ışıkları birer-birer kapanıyordu.
Kapının iki kanadı tamamen birleşince tok bir sesle kapandı. Gidecek olanlar şimdi hangarın ikinci bölmesindeydiler. Bazı çocuklar, çaresizce başlarını öne eğdiler. O kapıyla beraber son umutları da kapanmıştı.
Oradaki herkesin sevdası farklıydı. Geride kalanlar ve o gün oraya vedalaşmaya gelenler; birilerinin annesi, babası, akrabası, arkadaşı, komşusu… herhangi biri olabilirdi. Sonuçta oradaydılar işte.
Peki ya kendi başına gelemeyenler varsa? Öyle ya; çocukların küçük yüreklerinde sakladıkları sevgiler, sadece bunlardan ibaret değildi.
Çocukların belki de dayanabilmek adına kollarının arasında sımsıkı tuttukları kaskların Orlon kumaşı, ardı ardına ve sessizce dökülen gözyaşı damlaları ile ıslandı. Bilek kilidi ile kollara sabitleniş kalın uçlu eldivenlerle de zaten yaşaran gözleri silmenin imkanı yoktu.
Ne de olsa çocuktular ve istedikleri zaman özgürce ağlamaya hakları vardı. Bu, Mars’a gitmeden önce aldıkları 7 aylık eğitimde de böyle anlatılmıştı. Acı ve hüzün, tıpkı sevinç ve mutluluk gibi zamanın da yaşanmalıydı; saklanmamalı ve içe atılmamalıydı.
10 Dakika Sessiz Bekleyiş…
Beyaz renkli nano kıyafetleri içinde saydam yüz maskeli ve iri gövdeli bir düzine adam onlara doğru yaklaştı. Armaları, onlara uçuş öncesi kontrol sahasında rehberlik eden teknisyenlerden farklıydı. Biraz daha yaklaştıklarında bunların en üst düzey güvenlik sorumluları oldukları belli oldu. Kırmızı armalı bu personelin o alanda bulunması, bir şeylerin ters gittiğinin ifadesiydi sanki.
Kalabalığın önüne geldiklerinde yan yana dizildiler. Oldukça uzun boylu ve ekip lideri olduğu belli olan kadın görevli bir adım öne çıktı ve elindeki listeye bakarak isimleri sıralamaya başladı.
“….
…
…
…
ve sen Rüzgar, ismini okuduklarım üç adım öne çıkın!”
Okunan tüm isimler çocukların isimleriydi. Altı çocuk, endişeyle büyüklerine baktı. Ancak onlar hiç de endişeli görünmüyorlardı nedense. Başlarını onaylar gibi hafifçe salladıklarında, altı çocuk öne çıktı.
“Çocuklar! Kasklarınızı ve eldivenlerinizi şu nano kumaş kaplı masaya bırakın, gideceğimiz yerde onlara ihtiyacımız olmayacak, lütfen beni takip edin.“
“Son anda ailelerden ayrılmak? Yoo! Hayır, bunu yapamazlardı. Kimsenin buna hakkı yoktu. Başka bir sebep olmalı”. En azından o anlık bu düşünceyle avundular.
Çocuklar denileni yaptı ve tek sıra halinde görevlinin ardından ilerledi. Hangarın başka bir kapısının önüne geldiklerinde, görevli telsizden anons geçti.
“Zıpkın-23! Biz hazırız, kapıyı açın!”
“Anlaşıldı Asena-71, mutabıkız”
Sürgülü kapı iki yana doğru açılmaya başladığında içeriden gelen sterilizasyon dumanının yayılmasıyla dağılması bir oldu. Kapıdan geçtiler. Deniz biraz korkmuştu, ister istemez kardeşi Rüzgar’ın elinden tuttu. Geçtikleri kapı kapandığında, ışıkların gücü de kör kandiller gibi git gide azaldı.
2 Dakika Sonra…
Bulundukları alana açılan uzun koridordan yaklaşan garip sesler git-gide artmaya başladı. Bir şey, daha doğrusu bir şeyler hızla onlara doğru yaklaşıyordu ve oldukça acele ettikleri belliydi. Kadın görevli;
“Çocuklar! Uzay ajansımız sizin için bir sürpriz hazırladı. Eğitimde başarılı ve çok sabırlı bir süreç sergilediniz. Siz de onlar da özgürce bir vedalaşmayı hak ediyorsunuz. Tam 10 dakikanız var.”
“Nasıl yani?”
“Yoksa?”
“Ama ama… bu gerçekten olabilir miydi?”
Kadın görevli tam sözlerini bitirmişti ki, çocuklardan ardı ardına yükselen çığlıklar odayı kapladı.
“Muriaaaaa!”
“Işıkkkkk!”
“Biberrr!”
“Piaaa!”
…ve diğerleri…
Çocukların son iki aydır hiç göremedikleri ve Mars’a yapılacak ilk koloni yolcuklarında Mars’a götürmelerine izin verilmeyen altı küçük dost candı gelenler, yani dört köpek ve iki kedi.
Büyükler bir nebze de olsa bu tür ayrılıklara dayanıklıydılar. Ancak çocuklar ile onlar arasındaki bağ çok daha güçlüydü. Öyle ki; yolculuk eğitimleri boyunca ayrı kalmak onları çok etkilemişti ve psikologların da en çok uğraş verdikleri konu buydu.
Ortaya çıkan manzaraya kadın sorumlu ile diğer güvenlik personeli de kayıtsız kalamadı. Gözyaşlarına hakim olabilmek adına başka işlerle meşgul olmaya devam ettiler. Çocuklar ile küçük dostları, büyük bir özlemle kucaklaştılar oracıkta…
Küçük dostlardan biri olan Muria; kulak zarları geçmişte hasar görmüş, işitme problemi olan bir köpekti ve sadece kulağına ulaşabilen yüksek ses titreşimlerini algılayabiliyordu. Biraz büyüktü, onu gören çoğu zaman ilk bakışta bir kurt köpeğine benzetiyordu.
Işık ise; Muria’ya göre daha ufak tefek, kıvırcık tüylü ancak kör ve sağırdı. Uygun olmayan barınma koşullarında yaşamış, daha sonra da bir hayvan barınağına terk edilmiş “Terrier” cinsi bir köpekti. Uzun süre eski bir tasmayla bağlı kalmış olmasından dolayı, ses telleri zarar görmüştü. Bu nedenle ancak oyun oynarken ve çok heyecanlandığında anlamsız sesler çıkarabiliyordu.
Yabancı bir ortamda olduklarından Işık’ın yön duygusu yoktu, başka bir görevli buraya kadar onu kucağında taşımıştı. Onu yere bıraktıklarında önce biraz ürkekçe bekledi ve havayı kokladı. Ardından da Rüzgar’ın kokusunu hissetmesiyle birlikte heyecanla kuyruğunu sallamaya başladı.
Rüzgar; evde her zaman yaptıkları gibi Işık’ın ön ayaklarına hafifçe dokundu. Bu “öne-bana doğru gel” demekti. Zaman içinde aralarında “dokunsal” bir dil geliştirmişlerdi. Sol ön ayağına dokununca sola, sağ ön ayağına dokununca da sola gidebiliyordu. Mahallesindeki diğer çocuklar da buna alışmış ve parkta çok güzel zamanlar geçirmişlerdi.
Onun durumundaki bir köpek için görmeden hareket edebilmek, karşısındakine tam bir güvenin ifadesiydi. Engelli olan tarafın eksikliğini, diğer taraf tamamlıyordu. İnsanlar açısından da bakıldığında aslında durum çok farklı değildi. Görme engelli insanların da en yakın dostu köpeklerdi ve onlara güvenerek sokaklarda rahatça dolaşabiliyorlardı.
Görevliler bu küçük canların çocukları tanıyabilmeleri için ve bazılarının da ancak koku ile tanıyabilme imkanları olduğundan çocukların kasklarını taktırmamışlardı. Dokunma hissi çok farklıydı ve bu nedenle eldivenleri de çıkartılmıştı.
Evet, bazı küçük dostlar engelliydiler belki ama, bu onların ve onları sevenlerin hayatında hiç sorun olmadı. Hiçbir engel, sevgiye de engel değildi.
Altı çocuk kucakladıkları köpekleriyle bir kenarda sarılmış sessizce duruyorlardı. Tek hissettikleri, birbirlerinin nefes alıp verirken göğüs kafeslerinin inip kalkmasıydı.
Uzay ajansı; sırf çocukların ve dostlarının bu on dakikalık anı yaşayabilmeleri için fazladan iş gücü, zaman ve para harcamış, ek tedbirler alması gerekmişti. Ancak kameralardan onların da gördüğü üzere; yaşanan bu manzaradaki mutluluk, her şeye değmişti.
Görevli yeniden yanlarına geldiğinde;
“Çocuklar sizleri çok sevdiğimizi bilmenizi isteriz. Sizi üzmek istemem ama zamanımız doldu ve gitmemiz gerekiyor. Şimdi buradan çıkınca yan tarafa geçeceğiz ve orada uçuş tulumlarınızı değiştirecek, yeniden sterilizasyon bölmesinden geçeceksiniz. Çıkıştaki kabinlerde yeni ve steril uçuş tulumlarınız hazır. Ah! Bu arada az daha unutuyordum. Onları geride bırakmak zorunda olduğunuz için üzülmeyin. Sizlerin de buraya gelmeden önce üyesi olduğunuz Dünyadaki Mars Projesi bünyesindeki “Çocuk Uzay Gücü” mürettebatı onları manen sahiplenecek.
Sevgisiz kalmayacaklarına ve çok iyi bakılacaklarına emin olabilirsiniz. Zira dokuz yaşındaki oğlum da o “Çocuk Uzay Gücü”nün bir parçası, oradan biliyorum. Şimdi vedalaşın ve asla arkanıza dönüp bakmadan benimle birlikte yürüyün çocuklar. Bakarsanız ayrılmanız daha güç olur.”
Sürenin nasıl geçtiğini anlamamışlardı. Ama bu on dakika bile onlar için paha biçilmezdi. Hiç beklemedikleri bu sürprizden hepsi mutlu olmuştu, artık huzurluydular. Hep birlikte odadaki kameraya döndüler ve sağ ellerini yumruk yapıp, sol omuzlarındaki armalarına vurdular. Bu selam, klasik selamlaşmayı da, vefayı da, teşekkürü de içeriyordu.
…
Elbise değiştirecekleri kabinlere geldiklerinde katlanmış halde duran yeni ve steril elbiseler ile üzerinde bir kutu da onları bekliyordu. Kutunun üzerindeki notta;
“Sevgili arkadaşım. Şu an hissettiklerinizi çok iyi anlıyor ve duygularınızı kalpten paylaşıyoruz. Ekip olarak sizlere küçük bir hediye paketi hazırlamak istedik. Bu kutunun içinde, her birinizin küçük dostlarına ait resim ve videoların yüklendiği birer USB bellek ve orada size arkadaşlık edecek olan küçük bir robot var. Robotumuzu gördüğünüzde hatırlayacağından eminiz. Çünkü bunu birlikte hayal etmiştik ve siz eğitime gittiğinizde onun montajına henüz yeni başlamıştık. Biz de onu gidiş zamanınıza yetiştirdik. Merak etmeyin, tüm uçuş güvenliğinden onayı alındı. Kendinize iyi bakın ve Allah’a emanet olun. Kısmetse 2 yıl sonra görüşmek üzere.
Çocuk Uzay Gücü-Dünyanın Koruyucuları
Dünyadaki Mars Projesi Topluluğu”
O Sırada Diğer Tarafta…
Sahiplerinin onlarla oyun oynarken kullandıkları; “Eşşek sıpasıııı, şebek suratlımmm, pamuğummm, şapşikkkk…” ifadeleri de, kendileri de geride kaldı; kapı yeniden kapandı.
Görevliler onlardan hiç birini taşıma kutusuna koymadı. Sadece biri Işık’ı kucağına aldı, diğerleri de görevlilerin yanında çıkış kapısına doğru ilerledi. Normal şartlarda yanında yürüdüklerinde arada bir insan yüzüne bakıp yüz ifadelerini görmek isteyen küçük dostlar, bu defa sadece başlarını öne eğerek yürüdüler.
Görevliler de zaten onların derinden iç çekiş iniltilerini duyduklarından olsa gerek, göz göze gelmek istemediler. İki tarafta bu hüzünlü zamanda birbirine saygı duydu ve öylece yürüyüp gittiler. Birkaç dakika sonra birlikte servis aracına bindiler ve rampa üssünün birkaç kilometre uzağındaki ana çıkış kapısına ulaştılar. Onları yan kapılarında armalar olan altı araç ve her aracın direksiyonunda oturan görevliler hariç iki kişi daha dışarıda bekliyordu.
Servis aracının kapısı açıldı ve görevliler küçük dostları aşağı indirdiler, kulaklarını okşayıp vedalaştılar. Onları; omuzlarındaki armada “Çocuk Uzay Gücü”, kalplerinin üzerindeki diğer armada ise “Dünyanın Koruyucuları” yazan bu çocuklara teslim ettiler. Ülkenin dört bir yanından “Çocuk Uzay Gücü” mürettebatı onları almaya gelmişti. Bu sayede çok sevdiği ve istediği halde bu canlılarla bir arada olamayan çocukların da manevi küçük dostlarıydı onlar artık.
45 Dakika Sonra…
Yolcular, kalkış yapacak olan devasa mekiğin asansörünün yanına getiren otobüsten indiklerinde, güneş batmak üzereydi ve mekiğin gölgesi üzerlerine düşmüştü… İlerleyip asansörlere bindiler.
3 Saat 12 dakika sonra…
Geri sayımın ardından, motorlar sarsıldı ve büyük bir gürültüyle kükredi. Tonlarca itme gücüne sahip motorlardan çıkan yoğun alev ve duman hızla rampanın tahliye kanallarını doldurdu ve tahliye kanallarından iki yana doğru püskürtüldü. Uzaktan, televizyonları başında ve İnternet’ten milyonlarca insan da fırlatmayı canlı izliyordu.
Tüm ülkede olduğu gibi, Ege’nin şirin bir köyündeki evde de aynı heyecan vardı. “Çocuk Uzay Gücü” mürettebatından 10 yaşındaki Nergis; kendi takımı ile ilgili yaptıkları çalışmaları ve bu yolculuğu evde o kadar çok ve heyecanla anlatmıştı ki, 86 yaşındaki ninesi de şu an TV karşısındaydı. Bir ekrandaki devasa rokete, bir de masasında duran Mars Üssü ile maket roketine baktı. Fırlatma anından hemen önce; tüm ülkeye yayılmış olan bu maket Mars Üslerinin iletişim modülünde, bir kalp simgesi belirmişti. Bu simge, Çocuk Uzay Gücü’nün iyi dileklerinin ve bugün tek bir yürek olduklarının mesajıydı.
Nergis, sabırla tamamladığı maketlerine bakarken, “bugün maketi; yarın elbet bir gün gerçeği, ama mutlaka!” diye geçirdi içinden. Onu bu düşüncelerinden ayıran ise ninesi oldu.
“Gııız, naptırıverion orulada, hele hele gidiveriyo sanki bizim uzun soba borusu gibin şu şey”
“Ah evet nenem, kalkış ateşlemesi başladı.”
“Hee anlayıvedim zati de bak bii hele!. Yanlana örme yün çorap neyn almışla mıdır ki bunlaaa? Hani sen iki de bi, ‘Mars pek ayaz’ deyip durudun. Ayaz öyle ben, ben astırınop.. astırınat… amannn neysem ne işte. Öyle uzay adamı falan dinilemez. Mars bu, bak üşüdüp-üşüdüp hasta olula uralada, abboooovvv… pek de uzak yerle urala”
“Nenem benim yaaaa” deyip sarılıverdi Nergis…
Yazı Dizisi İndeksi
1. Bölüm – Çocuk Uzay Gücü (1) Genel Tanımlama
2. Bölüm – Çocuk Uzay Gücü (2) Mars Üssü
3. Bölüm – Çocuk Uzay Gücü (3) Mars Üssü
5. Bölüm – Çocuk Uzay Gücü (5) Mars Üssü
6. Bölüm – Çocuk Uzay Gücü (6) Mars Üssü
7. Bölüm – Çocuk Uzay Gücü (7) “Muria, Işık ve Pia”
🥰🥰🥰🥰🥰
Hermosa historia ✨
Ne muhteşem bir hikaye! Bir solukta okudum. Kalbe Bilime Bugüne ve Geleceğe dokunan çok hisli ve gerçekçi olmuş. Emek verenlerin kalemine sağlık.