Gizemli Göktaşı

Bana Masal Anlat

Masalcı: Esil KALKAN, Kayseri, 8 yaş.


Ve gökten 3 meteor düşmüş.
Biri Çin’in başkenti Pekin’e,
Biri Almanya’nın başkenti Berlin’e,
Sonuncusu da Türkiye’nin en güzel şehri olan Kayseri’ye…
Işığını saçarak, güm diye ses çıkararak.

Uzaydan Kayseri’ye düştüğünde minik göktaşı; derin bir çukur açmış. Sabah güneşi ışıl ışıl aydınlatınca Kayseri’yi, taşı gören çocuklar çok şaşırmış. Büyük çocuk atılmış, “Gece sesini duydum, güm diye düştü gökten!”.

En esmer olanı söze girmiş, “Ben de rengini gördüm, gece ışıl ışıl parlarken!”.

En küçük olan eline almış ve “Ne güzel kokuyor!” demiş, göktaşını okşarken.

Çocuklar heyecanla okula gelmişler. Bu gizemli taşı da beraberlerinde sınıfa getirmişler. Merakla öğretmenlerine, bu güzel taşı göstermişler. Öğretmen taşı incelemiş ve hemen yetkililere haber vermiş.

Yetkililer taşla ilgili, tüm sınıfa teşekkür etmiş. Ertesi gün okul bahçesinde büyük bir araba belirmiş. Öğretmenleri demiş ki “Haydi çocuklar binin, gidiyoruz laboratuvara!”. Sınıfta sevinç çığlığı kopmuş. Herkes otobüse koşmuş.

Laboratuvarda taşı görünce, çocuklar meraktan coşmuş. Cam bir kutuda duruyordu göktaşı sandıkları. İlgilerini çok çekti, taş hakkında profesörün anlattıkları. Zaten ilginç bir mekândı, bulundukları yer. Her tarafta resimler, değişik değişik gezegenler… Sonra öğrendiler oranın Kayseri Bilim Merkezi olduğunu, 3 afacan arkadaş anlattılar taşı nerde bulduğunu.

Öğrendiler daha sonra, profesörün neden bu kadar çok soru sorduğunu. Meğer Kayseri’ye düşen, ilk göktaşı buymuş. Bilim merkezindekiler bu nedenle çok mutluymuş. Öğretmenleri taşı getirdikleri için 3 öğrencisiyle gurur duymuş. Çocukların buldukları minik göktaşı, meğerse Mars’tan gelmiş. Aslında o, kocaman bir meteoroidmiş. Uzaydan Dünyaya düşerken, atmosferde incelmişte incelmiş.

Ödül olarak girmişler planetaryuma. Uzanmışlar koltuklara. Profesörün sesi duyulmuş, “Hazırsanız gidiyoruz uzaya!”. Hep birlikte varmışlar Merkür’e. Güneş’e en yakın gezegene. Yavaş yavaş dönen bu gezegen, benziyormuş ateşten bilyeye.

Oradan varmışlar Venüs’e, çok bulutlu bir gezegene. Dünya’ya çok benzetmişler ama dönüyormuş tersine tersine.

En sonunda varmışlar, göktaşının geldiği kızıl gezegen Mars’a. O kadar üşümüşler ki, keşke bizi bir mont sarsa.

Montlarını giyince, gitmişler Jüpiter’e. Yağış ve fırtınaya yakalanınca, demişler “Geldik biz nereye!”.

Burası Jüpiter’miş. En büyük gezegenmiş. Yağışı ve fırtınası bir yana, çokta hızlı dönermiş.

Yağmur ve fırtınadan kaçarken, sert rüzgârlara yakalanmışlar. Satürn’ün halkalarının güzelliği karşısında, hayallere dalmışlar.

Görünmüş gözlerine heybetli Uranüs gezegeni. Yana yatmış bu gezegen, sanki kocaman bir buz devi.

Uranüs’ten, Neptün’e, varmışlar güneşe en uzak gezegene. Oturmuşlar Neptün’de, seyretmişler dünyayı. Göz alıcı mavisiyle, sanki okyanusta bir gemi. Dünyamız değil mi zaten bütün canlıların evi. Anlamışlar göktaşının neden dünyayı seçtiğini.

Çıkmışlar planetaryumdan, arabaya binmişler. Küçük bir göktaşı sayesinde, rüya gibi bir gün geçirmişler. Evlerine varınca, açmışlar günlüklerini.

“Benim Dünyam” başlığı atıp, yazmışlar öğrendiklerini.

Gökten 3 bilgi düşmüş.
Biri bu masalı dinleyene,
Biri bu masalı anlatana,
Sonuncusu da bu masalı yazana…


Mars Masalları Serisi’ne Dön

 

Bir Cevap Yazın

E-posta hesabınız yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Yapılan Yorumlar ( 23 )
  1. Avatar
  2. Avatar
  3. Avatar
  4. Avatar
  5. Avatar
  6. Avatar
  7. Avatar
  8. Avatar
  9. Avatar
  10. Avatar
  11. Avatar
  12. Avatar
  13. Avatar
  14. Avatar
  15. Avatar
  16. Avatar
  17. Avatar
  18. Avatar
  19. Avatar
  20. Avatar
  21. Avatar
  22. Avatar
  23. Avatar