Ben Cennet Akkaya. Gazi Üniversitesi, Biyoloji bölümünde lisans eğitime devam ediyorum. Eğitimimin yanında Mars on Earth Project (MoEP) bünyesinde de Deniz Biyolojisi Takımı (MARBIT) altında çalışmalarımı sürdürüyorum. Hocam sizinle bir röportaj gerçekleştirme şansı elde ettiğimiz için mutlu olduk. Öncelikle kabul ettiğiniz için MoEP adına teşekkürlerimizi sunuyoruz.
Prof. Dr.Mustafa Yücel Hocamız Orta Doğu Teknik Üniversitesi (ODTÜ), Deniz Bilimleri ve Enstitüsü Deniz Jeolojisi ve Jeofiziği Anabilim Dalı öğretim üyesi olup, kendisini Oşinografi, Kimyasal Oşinografi, Biyojeokimyasal Döngü çalışmaları ve projeleriyle tanımaktayız.
C.Akkaya: Merhaba hocam, hoş geldiniz.
M.Yücel: Teşekkürler, hoş buldum.
C.Akkaya: Sizi denizde çalışmaya yönlendiren konu nedir, varsa ilham aldığınız kişi kimdir?
M.Yücel: Bilimsel merakım ve doğa bilimlerine olan ilgim hep vardı, ikinci ve üçüncü sınıfta çeşitli dersler alarak bu merakımı geliştirdim. ODTÜ’deki farklı bölümlerden ders alabilme imkânı, neyi sevip neyi sevmediğime karar vermeme yardımcı oldu. Bu derslerden biri, Türkiye’nin ilk kadın deniz bilimcisi Prof. Ayşen Yılmaz’ın açtığı dersi idi.
Dersi üçüncü sınıfın ikinci döneminde aldım ve konuyu çok sevdim. Bu alanda yüksek lisans ve doktora yapmaya karar verdim. Denizle her zaman bağlantım vardı, hayatımın çoğu deniz kenarında geçti. Yelkencilikle de uğraşıyorum ve denizin hem bilim hem de doğa ile olan bağı beni cezbetti. Bu kararı aldığım için hiç de pişman olmadım.
C.Akkaya: Günümüz üniversitelerinde birçok alanı tanıma fırsatı bulabiliyoruz, ancak deniz bilimlerine erişim kısıtlı. Denizi tanımamıza yardımcı olacak başka aktivitelere yönelerek belki bu açığı kapatabiliriz.
M.Yücel: Evet, deniz bilimleri çalışmaları özellikle İstanbul, Ege ve 9 Eylül üniversitelerinde yoğun. Ancak Ankara’da ve diğer bazı yerlerde bu erişim daha kısıtlı. Bizim gibi enstitülerde staj programları sunarak öğrencilerin ilgisini çekmeye çalışıyoruz, fakat kapasitemiz sınırlı.
C.Akkaya: Arazi çalışmalarının önemi büyük, ancak denizde çalışmak daha zor olmalı?
M.Yücel: Evet, lisans seviyesinde denize çıkmak zor ve maliyetli. Arazi çalışmalarını kara üzerinde yapmak daha kolay ve ulaşılabilir.
C.Akkaya: Çalışma alanlarınızı genel olarak nasıl tanımlarsınız?
M.Yücel: Benim çalışma alanım kimya ve biyoloji arasındaki süreçlere odaklanıyor. Özellikle elementlerin deniz ortamında nasıl dönüştüğü ve bunların biyolojik süreçlerle ilişkisini inceliyoruz.
Örneğin, oksijensiz ortamdan oksijenli ortama geçişi, mikrobiyal çeşitlilik ve kimyasal süreçleri araştırıyoruz. Karadeniz gibi oksijensiz alanlar ve hidrotermal sistemler gibi özel habitatlarda çalışıyoruz. Bu süreçlerin hepsi kimya ve biyolojiyle iç içe.
C.Akkaya: Biyologlar için de oksijensiz ortamdan oksijenli ortama geçiş çok önemli. Bu konuda derinlemesine çalışmak gerektiriyor.
M.Yücel: Kesinlikle. Hayatın kökeni ve mikrobiyal evrim gibi konular kimya ve biyolojiyi anlamayı gerektiriyor. Bilimsel anlamda farklı disiplinleri birleştirmek gerekiyor.
C.Akkaya: Yaşam bilimleri ya da temel bilimlere yönelen birinin bu alanları birleştirmeyi baştan kabul etmesi lazım.
M.Yücel: Kesinlikle. Bilimsel anlamda farklı alanlarda da bilgi sahibi olmak gerekiyor, çünkü bu alanlar birbiriyle iç içe geçmiş durumda.
C.Akkaya: Kesinlikle haklısınız hocam. Peki, biraz böyle soruyu eğlenceli bir yere kaydıralım. Sizi saha görevlerinizde en çok böyle heyecanlandıran veya şaşırtan olgu veya olay neydi?
M.Yücel: Günübirlik denize bile açılsak oradaki, yani denizin içinden gelen bir örnek, gördüğünüz her şeyi ilk defa siz görüyorsunuz. Ölçtüğünüz şeyi ya da aldığınız örnek. O açıdan hepsi aynı derecede heyecan verici benim için.
Tabii ki en fazla heyecan veren şey, hayatımı değiştiren şey, doktoram sırasında yaptığım derin deniz dalışıydı, 1.500 metreye indim. 2007 yılında o kadar derine dalan ilk Türk oldum, hala da öyleyim. O rekoru daha sonra beş kere daha kırdım.
Mesela şimdi mutluluk verici bir şey; seneye Amerikalılar ile Pasifik Okyanusu’na bir seferimiz var ve kendi öğrencilerimi götüreceğim. O müthiş bir şey olacak, onlara da bu fırsatı sağlamak.
En heyecanlı şey, açık ara bu açıkçası. Ama bunun yanı sıra Karadeniz’e seferlerim olabilir. Her sefer beni çok heyecanlandırdı. Boğazlar ve Karadeniz sistemi çok ilginç, bilimsel açıdan inanılmaz zengin. Hem bizim için de önemli, ülkenin baskı altındaki denizler bunlar biliyorsun. Ciddi çalışılması ve kontrol altına alınması gerekiyor. Ama onların derin suları çok ilginç.
Aslında ve özgün evrimsel göz açısından her tür çalışma heyecanlandırıyor açıkçası. Ama o derin deniz dalışım bambaşka bir boyuttu.
C.Akkaya: Sonuçta bir kapalı alana dalıyorsunuz. Derinlere indikçe ışık azaldığı için ister istemez insanı korku sarar diye düşünüyorum. Sizce 2.500 metreye dalış yapmak mı daha korkunç yoksa uzaya çıkan bir roketin içerisinde olmak mı daha korkunç olur?
M.Yücel: İkincisini hiç deneyimlemedim, deneyimleyince ki soruyu tekrar sorabilirsin bana. Ama herhalde uzaya çıkmak daha korku verici ve riskli bir şey. Çünkü herhangi bir ters durumda yapabileceğin bir şey yok. Gerçi benim denizde de aynı şey.
Geçtiğimiz yıl belki haberlerde okudunuz gerçi o denizaltısı pek iyi bir denizaltı değildi. Ama herhangi bir hata da orada da hayatın sonu olabilir. Ama bizim de aldığımız bilimsel denizaltılar dünyada pek yok. Sadece Fransa’nın var, birkaç tane. Bunlar ultra güvenli. 30-40 yıldır operasyon yapıyorlar ve hiç kaza yaşanmadı.
Her şey fazlasıyla güvenli olarak hesaplanıyor. Prosedürler ve süreçler o açıdan hiçbir korku hissetmiyorum, açıkçası, heyecandan başka. Daha çok heyecanlı hissediyorsunuz, bir sorumluluk hissediyorsunuz çünkü bu dalışlara katıldığınız zaman, bir pilotu arttırıyorsunuz. Ama siz bilimsel gözlemci olarak oradasınız. Sizin bir programınız var ve onu izlemeniz gerekiyor.
Büyük bir sorumluluk hissediyorsunuz. Heyecan ve stres diyebilirim daha çok. O derin deniz dalışlarında korkudan ziyade o sorumluluk duygusu ve heyecan daha ağır bastı, en azından benim için.
C.Akkaya: Her yeni bir çalışma için var olduğunuz süreçte tüm bilim camiası için çalışıyorsunuz. Orada yüklendiğiniz sorumluluk tabii ki sizi garip hissettirebilir.
M.Yücel: Evet, evet.
C.Akkaya: Hocam, son zamanlarda bazı haberler görüyoruz, anoksik tabaka Marmara ve Karadeniz’de yukarıya doğru çıkıyormuş. Bunun biyoçeşitliliğe ve iklim değişikliğine etkisi ne olacak? İklim değişikliği yüzünden mi bu tabaka yukarıya doğru çıkıyor? Ya da bu tabakanın iklim değişikliğine mi etkisi var?
M.Yücel: Çok güzel sorular. Bu soruların cevabı hala açık. Şu an milyonlarca Euro’luk projelerimiz var. Avrupa Birliği ve ulusal kaynaklarla destekli projelerimiz tam da bu sorunun cevabını bulmak için. Hem iklim değişikliğinin etkisi var, ama daha çok insan kaynaklı kirliliğin etkisi var.
Marmara denizinde insan kaynaklı kirlilik yüzde 95 oranında etkili. Bu oksijensiz tabakanın yukarı çıkmasında Karadeniz’de ise iklim değişikliği biraz daha etkili. Karadeniz’in kendine has jeolojik bir geçmişi var. Kapalı bir deniz, dünya okyanuslarının en dip noktası gibi düşünebiliriz.
Boğazlar sistemi ile bağlantılı. Karadeniz’in üst tabakası daha çok tatlı su gibi, alt tabakası ise Akdeniz suyu ve tuzlu. Tuz farkı demek, özellikle oksijenin, dikeyde daha zor karışması demek.
Marmara Denizi böyle değil, Karadeniz bu açıdan şanssız çünkü yukarıda atmosferden gelen oksijen aşağıya çok yavaş karışıyor. Karadeniz’in alt tabakası 1.000 yıldır orada, üst tabakası ise 50 yılda bir akıp gidiyor. Dolayısıyla alt taraf oksijen almıyor. Anoksik tabakada yukarı doğru tırmanışlar var. Ama Marmara’da bu tırmanış çok hızlı oluyor. 50 yıl önce Marmara’nın tabanı bu kadar anoksik değildi.
C.Akkaya:Günümüzde daha hızlı bir şekilde yayılım mevcut sanırım.
M.Yücel: Evet, 50 yıl önce Marmara’nın tabanı bu kadar anoksik değildi. 40-50 yıl öncesine kadar. Verilerimiz o kadar geriye gidiyor, daha eski verimiz yok. Eskiden balıkların dalabileceği derinliklere fenerbalıkları inebiliyordu. Ama şimdi maalesef o tip canlılar 30-40 metreye kadar sıkışmış durumda.
Dünyada böyle bir deniz yok. Karadeniz’de bile 80 metreye kadar anoksik tabaka var. Dolayısıyla, Marmara’da anoksik tabaka insan kaynaklı, Karadeniz’de ise iklim değişikliğinin etkisi biraz daha büyük.
C.Akkaya: Peki, plastik dökümleri denizdeki canlıları nasıl etkiliyor? Özellikle mikro ve makroplastikler?
M.Yücel: Plastik kirliliği konusunda uzman değilim ama mikro ve makroplastikler canlıları etkiliyor. Ancak mikroplastiklerin mikrobiyal ekolojiye etkisi pek bilinmiyor. Bu konuda araştırmalarımız var. Özellikle nano parçacıkları denizde ölçmeye çalışıyoruz. Belki ileride nano plastiklerin etkisini de araştırabiliriz.
C.Akkaya: Genel olarak deniz projelerine baktığımda çevre koruması veya deniz kirliliği üzerine oluyor. Türkiye’de de böyle projeler var, Avrupa ve dünya kökenli projelere baktığımızda kutup araştırmaları ön planda.
M.Yücel: Evet, biz de kutup araştırmalarına katılıyoruz. Öğrencilerimizden biri Arktik seferine katılacak. Arktik’teki mikrobiyal çeşitliliğe dair örnekleme yapacak. Biz sadece Karadeniz ve Akdeniz’de değil, Pasifik ve Arktik Okyanusu’nda da çalışıyoruz. Öğrencilerimize bu imkânları sağlamaya çalışıyoruz.
C.Akkaya: Tüm dünyaya açılmak gerçekten güzel bir şey. Sadece Türkiye’de bilimsel faaliyetlerde bulunmak yerine, tüm dünyada çalışmak çok güzel.
M.Yücel: Biz de yüksek lisans ve doktora öğrencilerimize bu imkânları sunmaya çalışıyoruz. Yurt dışında seferlere katılma veya önemli konferanslara gitme imkânı sağlıyoruz. Evet, bu seviyede tutmaya çalışıyoruz.
C.Akkaya: Deniz üzerinde gerçekleşen redoks döngülerinde hangi teknolojiler kullanılıyor? Son zamanlarda yapay zekanın bu alana etkisi var mı?
M.Yücel: Evet, yapay zeka etkisini göstermeye başladı. Özellikle tahminler ve veri analizi konusunda kullanılıyor. Deniz altı sistemlerinin biyolojisi, fiziği ve kimyası oldukça karmaşık, bu nedenle yapay zeka bu alanlarda tahmin aracı olarak kullanılmaya başlandı. Ancak, henüz günlük çalışmalarımızda büyük bir değişim yaratmadı.
C.Akkaya: Hangi teknolojiler kullanılıyor?
M.Yücel: Daha çok sensör teknolojileri kullanıyoruz. Denizin içinde basınç altında kimyasal olarak dengesiz sulardan örnekler alıp kısa sürede analiz etmemiz gerekiyor. Örnekler alındığında değişiyor, bu yüzden yerinde ölçüm çok önemli. Bu alandaki teknolojiler hızla gelişiyor.
Laboratuvarlarımızda ise nano partiküller gibi ileri teknoloji cihazlar kullanıyoruz, araştırma gemimiz “Bilim” de bir yüzer laboratuvar olarak kullanılıyor.
C.Akkaya: Yapay zeka ve büyük veri tekniklerinin bilimsel araştırmalarda kullanımı konusunda ne düşünüyorsunuz?
M.Yücel: Yapay zeka ve büyük veri teknikleri bizim için çok önemli. Seferlerden terabaytlarca veriyle dönüyoruz ve bu verilerin analizinde büyük veri tekniklerinden faydalanabiliriz. Veri bilimi uzmanlarına da ihtiyacımız var, çünkü bu verilerin analizi için daha sofistike yöntemlere ihtiyaç duyuyoruz.
C.Akkaya: Bildiğiniz üzere insan hayal olmadan yaşayamaz. Özellikle bir bilim insanı olarak bir hayaliniz var mı?
M.Yücel: Evet, özellikle deniz kimyası ve astrobiyoloji arasında köprü kuran projeler üzerine çalışıyorum. Türkiye’de bu alanlarda yetişmiş daha fazla akademisyenin olmasını ve bu çalışmaların yayılmasını hayal ediyorum. Ayrıca, deniz bilimleri ile uzay bilimleri arasında iş birliklerini artırmak istiyorum.
C.Akkaya: Türkiye’de deniz ile uzayın ilişkisini araştırmak çok yeni bir alan. Bu alanda ilerlemek zor değil mi?
M.Yücel: Türkiye’de genellikle yeni fikirler negatif karşılanır. Ancak deniz bilimleri ve uzay araştırmaları arasında köprü kurmak önemli. Sayımız arttıkça ve farklı üniversitelerde bu konulara ilgi gösterildikçe daha fazla ilerleme kaydedilecektir. Bu alanda yılmadan çalışmak ve büyük hedeflere adım adım yaklaşmak gerekiyor.
C.Akkaya: Doğru yaklaşımla adım adım ilerlemek önemli. Sürece odaklanmak, sonuçtan daha değerli değil mi?
M.Yücel: Kesinlikle doğru. Sürece odaklanmak ve her adımda öğrenmek önemli. Büyük resme odaklanarak heyecanı kaybetmemek ve gündelik mücadeleye sağlam durmak gerekiyor.
C.Akkaya: Böyle düşündükçe, insan daha fazla başaracakmış gibi hissediyor, değil mi hocam? “Yapamazsın” dedikçe, insan içinde bir şeyler doğuruyor. “Hadi bir yapayım da gör” diyesim geliyor her seferinde.
M.Yücel: Evet, bu konuda endişeler de var. Yani, eğer yaparsanız, onların gözünde başarısız görünebilirsiniz. Gerçekten yapamazsanız öyle olacak. Özellikle yetki sahipleri, uzun yıllardır aynı işleri yapanlar, bu durumu göz önünde bulunduruyorlar.
Yeni gelen biri, işleri ileri taşıyabilir ama önlerine konulan bilgilerin ne kadarının iyi niyetli olduğunu bilemiyoruz tabii ki. Bazı durumlarda gerçekten öyle olabilir.
C.Akkaya: Bence yeni bilim insanı adaylarına adım adım ilerlemenin önemini vurgulamak gerekiyor. İlk baştan başarısız olacağını göstermek yerine, her adımda ilerlemenin değerini görmek daha doğru.
M.Yücel: Öğrencilerim genellikle büyük vizyonlarla geliyorlar, vizyonları çok güçlü olabiliyor. Astronomi, evrim, biyoloji gibi konulara da ilgi gösterebiliyorlar. Ancak önümüzdeki 3 yılı düşünürsek, bir stajyer için 3 haftada yapılacakları planlamak daha mantıklı olabilir. Büyük resmi görmek önemli, ancak detaylarda da kaybolmamak gerekiyor.
C.Akkaya: Kesinlikle, bazıları için vizyon heyecan verici olabilir. Ancak işin önemli kısmı, laboratuvar veya saha çalışması gibi günlük emek ve deneyim gerektiren detaylarda yatıyor. İşin yüzde 90’ı bu tür detaylardan oluşuyor.
M.Yücel: Doğru, işte bu noktada süreç odaklı olmak önemli. Her an heyecan duymak mümkün olmayabilir, ama bu süreç sizi gelecekte güçlü kılacak.
C.Akkaya: Evet, adaptasyon da çok önemli. Hocamız sık sık derdi ki, “sonuca değil sürece odaklan”. Çünkü bizi gerçekten eğiten süreçlerdir. Sonuca ulaştığınızda, geride bıraktığınız deneyimler ve öğrenmeler asıl kazanım oluyor.
M.Yücel: Kesinlikle, her hocadan farklı şeyler öğrenmek mümkün. Farklı bakış açıları ve tecrübeler, kendi yolculuğumuzda bize ışık tutabilir.
C.Akkaya: Teşekkürler hocam. Müsaadenizle biraz da MoEP’in MARBIT takımı ile başlatmış olduğu deniz biyolojisi ve uzay araştırmaları ile ilgili sorularımıza geçmek isterim. Çünkü konu hakkında bize en çok gelen soruların başında, “Mars ve uzay araştırmaları ile ilgili çalışmalar yürüten MoEP’in neden deniz biyolojisi ve deniz kimyası ile ilgilendiği” sorusu yer almakta.
Dünyadaki derin okyanuslarla Europa ve Enceladus gibi diğer gezegenlerin ya da uyduların benzerlikleri ve farklılıkları nelerdir? Özellikle buzla kaplı olmaları ve içlerinde barındırdıkları düşünülen okyanuslar açısından nasıl bir karşılaştırma yapabiliriz?
M.Yücel: Evet, güneş sisteminde bu tür özellikteki cisimlerin sayısı giderek artıyor. Dünya gibi “mavi gezegen” dediğimizde aslında gezegenlerin kendisinden ziyade, güneş sistemi içindeki diğer gezegenlerin bu özelliği gösterdiğini belirtmek gerekiyor.
Mars gibi bazı yerlerde ise su bulunduğuna dair işaretler var. Ancak asıl uydular, Jüpiter’in ve Satürn’ün uyduları, bunlar daha dikkat çekici. Triton gibi Plüton’un kendisi de bu kategoriye giriyor. Artık bir gezegen olmasa da, dış kabukları buzla kaplı bu cisimlerde buz konusu da önemli.
Son yıllarda bu konuda farkına vardığımız bir şey, suyun sadece Dünya’ya özgü olmadığıdır. Diğer gezegenlerde de buz ve sıvı suyun varlığına dair işaretler bulunmaktadır.
C.Akkaya: Ancak donmuş veya sıvı halde sular var.
M.Yücel: Evet, var, tabii. Europa gibi yerlerde daha fazla su olduğu düşünülmekte, ancak bu suyun çoğu sıvı halde. Sadece buz değil, soğuk sıvılar da bulunmakta. Bu okyanus dünyalarının farklarına baktığımızda, en dikkat çeken fark buz katmanlarının kalınlığıdır.
C.Akkaya: Örneğin Ganymede‘in buz tabakası oldukça kalın, yüzlerce kilometre kalınlığında olduğu söyleniyor. Diğer yandan Europa’da buz tabakası daha ince, birkaç kilometre kalınlığında olduğu tahmin ediliyor. Bu, içindeki okyanusu karakterize etmeyi daha kolay hale getiriyor.
M.Yücel: Evet, özellikle Europa’da bu ince buz tabakası, içindeki okyanusu tanımlamak için bir hedef oluşturuyor. Titan gibi, Satürn’ün uydusu, organik madde bakımından zengin bir atmosfere sahip olmasıyla büyük farklılıklar gösteriyor.
Orada nehirler, vadiler, göller olduğu düşünülüyor. Bu formasyonların hidrokarbonlardan oluştuğu düşünülüyor. Titan aslında bir okyanus dünya olarak kabul ediliyor. Titan’ın dış kabuğu zenginlik gösteriyor, ancak içinde buz ve olası sıvı okyanus katmanları olduğu düşünülüyor.
Titan’a gidildikçe, Neptün’ün Triton’u gibi, volkanizma izlerine rastlanıyor. Bu, zaman zaman suyun sızdığı anlamına geliyor. Bu okyanus dünyaları arasında büyük farklılıklar bulunuyor; buz ve organik maddenin etkileşimi gibi. Magma çıkışı gibi volkanik faaliyetler olmamasına rağmen, bu cisimlerdeki jeofizik farklılıklar oldukça ilginç.
C.Akkaya: Evet, şu an Dünya’da da gördüğümüz deniz tabanı volkanizması gibi kısımlar var. Bu, sel bölgeleri gibi de tanımlanabilir aslında.
M.Yücel: Kesinlikle, bu konuda oldukça fazla makale ve kitap bulunmakta. Buz katmanlarının altında farklı yoğunlukta buz tabakaları oluşuyor. Bu katmanlar zaman zaman çatlama ve yüzeye doğru sızmaya çalışma şeklinde etkiler gösteriyor. Bu fiziksel etkileşimler, jeofizik açıdan da çok ilginç bir konu oluşturuyor. Bu Krayo volkanizmaları, farklı yoğunluklarda dünyalar arasında belirgin farklılıklar yaratıyor.
C.Akkaya: Denizaltı volkanizmalarının, dünya üzerindeki bazı büyük yok oluş olaylarının nedeni olduğu düşünülüyor. Gökcisimlerinin çarpması olmadan bile, deniz volkanizmalarının anlık soğuma etkilerinin büyük buzul katmanları oluşturarak büyük çaplı etkilere yol açtığı düşünülmekte.
M.Yücel: Doğru.
C.Akkaya: Anoksik ortam simülasyonları ve modellemeler var, sizin de bu tür çalışmaları yaptığınızı biliyorum. Bu simülasyonların uzaydaki potansiyel yaşam formlarını bulmada ne gibi etkileri olabilir, gezegen uydularında uygulanabilir mi, sonuçları tahminen neler olabilir sizce?
M.Yücel: Evet, bu konu habitat bilim açısından oldukça önemli. Bir okyanus dünyası düşünün; Dünya’dakine benzer koşullar altında modellenmesi gerekiyor. Tuzluluk, elementlerin varlığı gibi iç koşulların yanı sıra, çekirdeğin yapısı ve sıcaklığı gibi faktörler de dikkate alınmalı.
Bu simülasyonlar, Dünya okyanusları için geliştirilen modellerden yola çıkarak yapılıyor. Bizim projemizde bu modelleri adaptasyonlarını yapıyoruz ve özellikle okyanus dünyaları için uygulanabilirliğini değerlendiriyoruz. Ancak bu tür çalışmalarda çok fazla varsayım yapmak zorundayız çünkü veri çok sınırlı.
C.Akkaya: Evet, kimyasal bileşimlerin bile neredeyse hiç verisi yok.
M.Yücel: Kesinlikle, veri azlığı büyük bir sorun. Ancak Europa ve Enceladus gibi gök cisimlerinden gelen veriler, bu simülasyonların adaptasyonu için bir başlangıç noktası sağlıyor. Örneğin, bu cisimlerden gelen buz kristalleri ve gaz çıkışları gibi veriler, simülasyonlarda kullanılabiliyor. Şu anda bu verilerle adapte ederek ilerlemeye çalışıyoruz, ancak bu süreç oldukça başlangıç aşamasında.
C.Akkaya: Anladım. Peki, yerçekimi olmayan bir ortamda, örneğin bir uydu üzerindeki bu simülasyonları nasıl sabit tutabiliriz? Bu konuda nasıl bir çalışma yürütüyorsunuz?
M.Yücel: Bu konuda da çalışmalar var. Örneğin, Neptün’ün uydusu Triton’da olduğu gibi, akıntılar ve dolaşımlar olabileceği biliniyor. Bu akıntılar, suyun hareket etmesini sağlayabilir ve simülasyonların adaptasyonunda dikkate alınabilir. Ancak tam olarak nasıl sabit tutulabileceği sorusu, uzay görevleri ve yeni teknolojilerle daha detaylı ölçümler yaparak cevaplanmaya çalışılıyor.
C.Akkaya: Yani, bu gibi veriler Mars’ta da araştırılabiliyor mu? Örneğin, hidrojen, azot gibi ağır metallerin döngüleri, oradaki yaşam için biyobelirteçler bulmada nasıl bir rol oynayabilir?
M.Yücel: Mars özelinde konuşuyorsak, organik moleküller ve biyobelirteçler hayati önem taşır. Dünya’daki azot döngüsü gibi, Mars’ta da bu tür döngülerin benzer olabileceği düşünülüyor. Bu döngülerin izotop oranları ve kimyasal bileşenleri, Mars’ta yaşamın varlığını belirlemede kullanılabilir. Özellikle izotop analizleri, aktif bir biyolojik süreç varsa bunu ortaya koyabilir.
C.Akkaya: Anladım, yani Mars’ta potansiyel biyobelirteçleri bulmak için izotop analizleri gibi yöntemler kullanılıyor.
M.Yücel: Kesinlikle, organik moleküller ve izotop analizleri, Mars’ın geçmişinde veya günümüzde var olabilecek biyolojik süreçler hakkında önemli ipuçları verebilir.
C.Akkaya: Diğer bir sorumuz, Mars’ın geçmişte anoksit dönemleri yaşamış olabileceği tahmin ediliyor. Şu anda aslında benzer bir süreç içerisinde. Mars’taki bu süreçte jeolojik ve kimyasal kanıtları ne derecede incelemek gerekiyor? Dünyadaki anoksit tabakalarıyla kıyaslanabilir mi, yoksa farklı bir bağlamda değerlendirilmeleri mi gerekiyor?
M.Yücel: Hayır, dünyayı referans alabilirsiniz. Mars’ta hangi bölgeye baktığınıza bağlı olarak, örneğin Gale Krateri gibi yerlere baktığınızda, orada bulunan su kütlesinin geçmişte alkalin bir su kütlesi olduğunu düşünüyoruz.
Dolayısıyla, Türkiye’deki Salda Gölü gibi yerlerin, Mars’taki Gale Krateri’nin analog olduğunu düşünüyoruz. Bu tür yerlerde nasıl kayaç örnekleri alındığını, organik moleküllerin nasıl korunduğunu incelemek önemlidir.
“Mars’ta ne araştırmalıyım?” diye soruyorsunuz. Aslında, dünyanın evrimsel tarihini araştırırken de bu tür yöntemler kullanıyor muyuz? Dünya okyanusları da geçmişte anoksikti, Karadeniz gibi. Şu anda Karadeniz’i referans alıyoruz.
Güncel Karadeniz’de organik moleküllerin depolandığı kayaçları arıyorlar ve bu kayaçlarda oluştuğumuz anoksit dönemini belirliyorlar. Yani bu tür yöntemler astronomi gibi uygulanmıyor. Organik moleküllerin oranına ve çeşitli elementlerin dağılımına bakılarak anoksi derecesi belirlenebilir.
Mars’ta da aynı yöntemleri kullanmayı planlıyoruz. Mars’ta Sempo Ritü Misyonu şu anda zor durumda olsa da, bilim insanları bu misyonu gerçekleştirmek istiyorlar, çünkü örnekler gerekiyor.
Rover çok şey yapıyor ama elimize birçok örnek geçtiğinde, bu örneklerle birlikte yüzlerce parametreyi incelemek zorundayız. Aslında, bu bir habitat alanıdır.
C.Akkaya: Hocam, fizikte olduğu gibi, var olmayan bir uzayda çalışıyoruz, sanki varmış gibi davranıyoruz. Örneğin, canlılık ilgili. Biyologlar için uzayda çalışmak bu şekilde bir vaka. Temel bir veriye sahip değiliz, bu yüzden sanki varmış gibi bir hesap yapılıyor. Örnekler geldiğinde, elimizde somut veri olduğunda çok daha büyük işler yapabiliriz. Kesinlikle, bu tür çalışmalar yapılmalı. Ben bunun içinde maddi bir ayrım yapabilirim. Örnekler geldiğinde işimiz başlamış olacak.
M.Yücel: Ay, Apollo görevlerinin 60’lı ve 70’li yıllarda olduğundan bahsediyorum. Ruslar da kendi örneklerini topladılar ama örnekler geldikten sonra inanılmaz şeyler öğrendik. Sadece Ay’ın oluşumu hakkında değil, aynı zamanda dünyanın tarihçesi hakkında da bilgi edindik.
Bu örnekler sayesinde dünyanın ilk yarım milyar yılına dair birçok ipucu elde ettik. O kayaç örnekleri hala analiz ediliyor ve benzer örneklerle çalışıyoruz, çünkü örneklerin toplanması gerekiyor ve birçok analiz yapılması gerekiyor.
C.Akkaya: Son olarak, sizden öğrencilere birkaç temel tavsiye alabilir miyim, hocam? Hem lisans hem de yüksek lisans düzeyinde, bu alanda uzmanlaşmak isteyen öğrencilere ne önerirsiniz?
M.Yücel: İkiye ayırabiliriz. Lisans döneminde bulunduğunuz yıllarda mümkünse seçmeli dersler almanızı öneririm. Bu alanda uzmanlaşmak istiyorsanız seveceğinizden emin olun. Yaz okulları bu konuda faydalı olabilir. Biz de zaman zaman düzenliyoruz, yurt dışında da bu tür imkanlar mevcut.
Online kurslar da yaygınlaştı, bunlara katılmanızı öneririm. Bunun dışında kaynaklar da geniş, internet üzerinde birçok konferans ve sunum bulabilirsiniz. Bu şekilde proaktif olmanızı öneririm, ilgi duyduğunuz alanda birçok farklı hoca ve araştırmacının sunumlarını dinleyin ve araştırın.
C.Akkaya: Şahsım, MARBIT takımı ve MoEP adına size çok teşekkür ederim. Hem lisans, hem yüksek lisans düzeyinde birçok öğrencinize önderlik edeceğinizi düşünüyorum. İletişimde kalmak ve stajlarınıza katılmak da isterim. Temmuzda olmadığı için bu defa katılamadım, ancak diğer senelerde kısmet.
M.Yücel: Evet, kotalarımız çok yoğun, başvurular erken doluyor. Planladığınız yaz için erken iletişime geçmenizi öneririm. Size kolaylıklar dilerim, görüşmek üzere.
C.Akkaya: Sağolun hocam, görüşmek üzere.
Prof. Dr.Mustafa Yücel
İletişim / Sosyal Medya
Bu keyifli röportajda emeği geçenlere teşekkürler. Deniz biyolojisi ile ilgili keyifli bir yazıda pek çok bilgi edindim. Umarım devamı gelir…
MARBIT’in ilk yazısı için tebrik ederim. MARBIT’in amaç ve hedeflerini açıklayıcı ve anlaşılır bir röportaj olmuş. Değerli hocamıza da ayrıca teşekkürler.